11 Mayıs 2017 Perşembe

Parantez



      Aç parantez.
      Beyaz külotlu çorabın ve bir pileli etek
      Gerçeklikten vazgeçmiş o gülüşünle sekerek
      Elinde bir değnek
      Dikilip başında içime döktüğüm betonun
      Adını yazdın önce, sonra iki nokta altına
      Yan yana
      Geç altına, kapa parantez.
      Yukarıdan aşağıya.
      Kayık...

      Aç parantez.
      Eski hikaye bu
      Eyer vurmamıştın sırtına demir kanatlı kuşun
      Ve morartmamıştı heykeltraş hekim henüz burnunu
      Güzel zamanlardı
      Kapa parantez.
      Kaf'a varan tez ölür, biliyorsun.
      Sen şimdi, bahr-i muhitler geziyorsun
      Ve her fikir gibi dolaştıkça yeryüzünde
      Değişiyorsun...
      Olsun!
      O fikrin aslı bendedir.
     

      Kendimden bahsediyorum.
      Aç parantez, sen, kapa parantez, konumuza dönelim.
      En boktan hikayemizi tutup kolumuza dövelim
      Ve biraz da estetik,
      Renk biraz, biraz çiçek,
      Mor, mavi, lila,
      İki üç küçük bulmaca,
      Her bulmaca için biraz tekila.
      Biraz, biraz, biraz daha!
      Kendimden geçiyorum.
      Teşekkürler barmen, ve teşekkürler yedi numara
      Aç parantez, sız içine, üstüne kapa.
     
     
     
     


3 Mayıs 2017 Çarşamba

Plastik İsyan Günlerinin Sonu


     14 Temmuz 2014'ten bu yana yazmamıştım buraya. O gün taslaklara "14 Temmuz 2014, geçip gitti, öylece seyrettim" diye girizgah yapacağım bir yazıyı kaydetmişim. Şimdi dönüp bakınca, yalnızca o günü değil neredeyse üç yılı öylece seyretmişim gibi geliyor. 14 Temmuz 2014, bu tarih gün itibariyle bir köşe taşı olmasa dahi,  kendi adıma "bir şeylerin değişebileceğine" dair geriden gelen birkaç yıl boyunca biriktirerek yükselttiğim umudumun yerini koyu kara bir umutsuzluğa bıraktığı civara denk düşüyor.

    O günlerden bu yana bir patırtıdır gidiyor içimde. Gerçekten umutsuz musun? Umutsuzsan niye ısrarla tutunmaya çalışıyorsun? Bırak gitsin, koyver. Yapamıyorsun değil mi? Demek ki umudun var. Hayır, hiç umudum yok, bir ödev bellediğim için hayattayım. Hayatta olmak ile kast ettiğimse yaşıyor olmaktan öte; eksik, sakat, tatsız tuzsuz dahi olsa hayatın içine karışabilmeye dair defaatle sorguladığım ısrar. Her şey daha da kötüye gidebilir, bilincindeyim bunun. Zaten mutsuzluk mutluluktan, memnuniyetsizlik memnuniyetten çok daha yaygındır. Kaçınılmaz olan kapımda belirdiğinde dönüp geriye "Ne büyük bir harcanmışlık, yazık doğrusu. Çok yazık!" diye söylenecek olmaktan korkuyorum yalnızca. Bu korku beni yaşamaya teşvik ediyor.

    Sonra bu ülkede hemen her şey canımı sıkıyor. Kendimi sürekli bir şeylere öfkemden elim, ayağım, kafam uyuşmuş halde buluyorum. Yaşım yirmi yedi, sanırım damarlarımdan birkaçı tıkandı. Bu tıbbi bir teşhis değil, körlemesine bir tahmin ve bu işi fala tahmine ihale etmeme neden olan her şeye canım sıkılıyor. Berat'ın sik yüzüğüne, bin yüz odalı saraya, ağzına kadar Versace ile döşenmiş uçağın kendisine ve o uçağı belli aralıklarla dolduran kokuşmuş orospu çocuklarına, o kokuşmuş orospu çocuklarının maaş bordrolarına, primlerine, ikramiyelerine, diğer bonuslarına, tıbbi olarak bu kadar çok geri zekalının aynı ülkede kümelenebilmiş olmasını distopik bir hikaye olmaktan çıkarıp içinde yaşadığımız gerçekler haline getiren tüm değişkenlere, varsa öyle bir şey bizim cepheye ve cesaretsizliğine, Kenan Evren'e, Turgut Özal, Tansu Çiller ve Devlet Bahçeli'ye, yeni yetme müteahhitlere, nargile kafelere, tarikatlara, tekkelere, okul müdürlerine ve valilere, sinyal vermeksizin dönüş yapan sürücülere, iş yerinin demirbaşı yalaka köpeklere, ötekilere, berikilere; yüksek ihtimalle altı gün yedi gece yazsam yarıladığıma kendimi ikna edemeyeceğim bu upuzun listeye dair her şeye çok canım sıkılıyor. Fakat cepheden politika konuşacak takatim yok epeydir, daha bireysel meselelere değineceğim.


                                                                 -


   Çok çalışmanın kimseyi öyle parmak şıklatırcasına kolay, zahmetsizce zengin etmeyeceğini biliyorum. Bununla bir problemim yok, lakin beş yıl boyunca iki işte çalışıp haftada altı, hatta belki yedi gün, on altı saat iş başında olduğunu; gençliğini -ki hali hazırda yarısı piç olmuş, sonraki birkaç yıla da kan sıçramış lekeli gençliğini- harcayıp yarattığın birikimi kokuşmuş bıyıklıların fısıltıları olmaksızın hep doğru yatırımlarda değerlendirdiğini var say. Sonuç? Belki borçla finansman bularak piç ettiğin gençliğinle birleştirir, bir kıçı kırık ev alırsın kendine. Akşamları, artık ikinci işte çalışmaya ihtiyacın olmadığına kanaat getirdiğin evinde oturup kredi ödemesi, kart ödemesi, faturalar arasında boğulursun. Bundan daha umut kırıcı bir şey göremiyorum bir bireyin şahsi gelecek tasavvuru açısından. Bu fikrin bunaltıcılığı karşısında eriyorum adeta, kendimi kırılmış ve çaresiz hissediyorum.

    Gençliğin piç oldu. Elektrik faturası çok gelmiş. Gençliğin piç oldu. Şu kış bitse gitse artık, doğalgaz faturası uyku kaçırıyor. Gençliğin piç oldu. Bu ay kredi kartına asgarisinden beş lira fazlasını yatırsan yeter. Gençliğin piç oldu. Birine aşık olsam da şu içimde kalan son neşe kırıntısını paylaşsak. Gençliğin piç oldu. Görmeyi arzu ettiğin yerlere gerçekleştireceğin seyahati borçsuz finanse etmen mümkün değil ama hali hazırda aylık kazancının üç katını aşan bir borcun var. Gençliğin piç oldu. Bu vatan, sana olan borcunu henüz ödemiş değil, ödeyecek gibi de durmuyor fakat senin önüne vatan borcu adı altında bir fatura getirmekten de ar etmiyor. Gençliğin piç oldu. Bu sözde borç yüzünden doğru dürüst kazanabileceğin bir iş bulamadın, en güzel yılların vatan borcunun tefecileri elinde yitip gitti. Yirmili yaşların geride kaldı şimdi, kayda değer hiçbir şey yapmana müsaade etmedi içine düştüğün koşullar. Gençliğin piç oldu. Götünü yırttın ama koşulları değiştirmek hususunda muvaffakiyet gösteremedin. Kaya gibi, dağ gibi, sonsuzluğa uzanır gözüken, kavurucu sıcakta dumanı tüten asfalt gibi, sarsılmaz, aşılmaz, sonu gelmez koşullarca yutuldu gençliğin. Gençliğin piç oldu. Kuşanıp plastik isyanını olabildiğince hırsla, olup biteni anlattıkça sen, adın karamsar oldu. Böyle sıyrıldı işte sıtkın, bıktın usandın bu boktan püsürden. Telafisiz meseleler bunlar.

     Gençliğin piç oldu.

     Gençliğin piç oldu.

     Gençliğin piç oldu.


     İsyan!

     İsyan!

     İsyan!


    Üç aşağı beş yukarı bunlar dönüyor kafamda üç yıldır. Henüz yirmili yaşlarım da tam anlamıyla geride kalmamışken son bir gayret harekete geçip bu bok çukurundan kurtulmaya niyetlendim. İşbu yazı da nesir nazım fark etmeksizin bu niyet doğrultusunda yeniden yazacaklarımın girizgahıdır. Olacaklardan ve olmayacaklardan sizi haberdar edeceğim.