6 Temmuz 2014 Pazar

Örtünmeyin!


   Eski bir Yahudi efsanesine göre; her kuşakta, dünyayı ayakta tutacak otuz altı adil insan bulunurmuş. Modern çağlarda yeni bir kuşağın peyda olma hızı, geçmişle, özellikle de bu efsanenin dillendiği yıllarla kıyaslanınca hiç kuşku yok ki; çok daha yüksektir. Bu durumun yorumunu nasıl yapacağınız hayata neresinden tutunduğunuzla alakalı olacaktır elbette. İyimserseniz; altmış yıla on-on iki parti adil otuz altı sığacağını düşünüp gelecek adına umutlanabilirsiniz. Kötümserseniz; bir kuşağa en az bir milyon adil gerekeceğinden hiçbir gücün bu toplumu ayakta tutamayacağına varana dek, sizi bilincinizden rahatsız edecek pek çok varsayımda bulunmanız mümkündür.

     Bilincinizin; o bilinç ki sizin düşmanınızdır, her defasında yıkıp yeniden, en baştan inşa etmeniz gerekir; size bu mit özelinde ne gibi bir sonuç sunduğu ile ilgilenmiyorum. Orası; sizin bileceğiniz iş. Bu söylence ile ilgili dikkate alınacak bir şey varsa şayet -olmaması ihtimali de yüksektir-, o da toplumları gerçekten adil insanların ayakta tuttuğu gerçeğidir. Ayakta tutmak... Kafanızda ne canlandı bilmiyorum, fakat bende çok da olumlu şeylere işaret eden bir kelime grubu izlenimi yaratmıyor ayakta tutmak. Bir eksiklik, bir kusurluluk, yetememezlik durumu söz konusu olmalı; aksi takdirde niçin ayakta tutulmaya ihtiyaç duyulsun ki? İnsan; büyük bir yanılgıyla insani sözcüğünü övgü olarak kullanan insan; dimdik ayakta durmak üzere var olmamış mıdır? Sanmıyorum. Öyle olsaydı; hiçbir vahşeti insanlık dışı olarak nitelendiremezdi. İnsanlık denilen o kavramın tam da ortasına düşer çünkü aslında insanlık dışı diyerek halının altına süpürmek istediğimiz tüm pisliklerimiz. Bu evin hangi penceresinden bakarsanız bakın; manzara değişmeyecektir. Öyle ki; sizin tesirine olan sonsuz inancınızla yaptığınız sihirli dokunuşlar bütüne -bütün ki; düşmanınızdır, sizi bir parçası olarak değil, avı olarak görür- şekil veremezler. Adil insanlar; bütüne "Hey, yeter artık. Bugün de karnını doyuracak kadar hayatın ırzına geçtin ve bütün bu tecavüzleri örtecek uygun örtüleri sana sunduk. Fazlasını gizlemek güç." diyen seslenen bok çuvallarından başka bir şey değillerdir. Örtüleri kaldırıp baktığınızda; mağdurdan önce tanrıyı görürsünüz. Kanunu, ahlak kurallarını, hukukun üstünlüğünü ve burada dillendirmeye değer bulmadığım daha pek çok deli saçmasını... Mağdura ulaştığınız zaman, deşilmiş karından dışarı sarkmış bağırsakları, yuvalarından çıkartılmış gözleri, dağlanmış etleri, ezilmiş kafataslarını ve yere dağılmış haliyle kitaplara konu olan mükemmelliğinden oldukça uzak gözüken beyni gördüğünüzde, korkunç bir bulantı ve tiksinti ile tekrar örtüyü örtmek isteyeceksiniz. İşte orası dostlar; orası büyünün bozulduğu yerdir. Artık örtü yoktur ve önünüzde bütün azametiyle iki kuru seçenek uzanır. Ya yaygaracı olursunuz; ya da terzi. Alır elinize tanrıyı, ümmet/cemaat bilincini, mezhebinizi, devletin bekasını, vatanın bölünmez bütünlüğünü, toplumun çıkarlarını veya vakıaya uygun herhangi bir başka kumaşı -terziler; doğru malzemeyi seçmekte mahirdir- ve yeni bir örtü dikersiniz. Bütünlüğünü kaybetmiş, tiksinti uyandıran insan bedenleri görünmez olur, çürümenin sebep olduğu koku kaybolur ve sizler de adil birer terzi olmuş olursunuz.

     Örtünmeyin! Bu sizi adil olmaya yaklaştıracak yegane yoldur. Kumaşı ve ipliği tanıyın, ama çıplak kalın. Bizi -biz ki bilmeyiz kaç kişiyiz- efsanesi olan bir topluluk olarak altında toplayacak bir ismimiz olmasa dahi; bir efsane yazmaya gücümüz yetebilir. Bir terzi; çıplaklığı göze aldığı nispette tüm söküklerini dikebilir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder