14 Temmuz 2014 Pazartesi
Kadınlar Sur'a Üflüyor
Elinde çiçek
Dudaklarında tanıdık bir ıslık
Bir adam, felaketine yürüyor
Çeki düzen vermiş kendine
Gömleği ütülü, pantolonunda leke yok
Saçı taralı, yüzü tıraşlı
Özenle muhafaza edilmiş toplumsal parametrelere göre
Yakışıklı bile sayılır
Öyle ferah yürüyor ki
Göklerden süzülen bir keçi gibi
Öngörüsüz ve neşeli, adım sayıyor
Bir adam, şahsi kıyametine doğru ilerliyor
Bu adam, çok okumamış, belli
Okusa bilirdi;
Tanrı da İsa'yı çok severdi
İsa;
Damarlarında paslı çivi,
Şaklayan kırbaçların parçaladığı bir deri,
Öyle uzaktan, merhametsizce izlerken sevdiği
İnleye inleye can verdi.
Okusa bilirdi...
12 Temmuz 2014 Cumartesi
Kırık vazo / Boş şişe
Bengi su sızıyor bacaklarının arasındaki yarıktan
Yine de büsbütün ciddi bakıyorsun
Şu pahalı paçavralara bürünmüş adamın ardından
Evet, koluna girdiğin şu kürsü kılıklı orospu çocuğundan
Ondan bahsediyorum
-Seyircilere döner, domalır bunlar
Üstlerine pelerin örterler, lacivert
Sırtının kamburuna mikrofon kondurur bunlar
Sözcü, inatçı, cambaz ve dalkavukturlar
Çiftlik evine kapatır seni, metres yapar
Bütün gün yapayalnız kalır, camdan avluya bakarsın
Avluda bütün gün aynı tavuk turlar
Delirir, saçlarını yolarsın-
Eh, ne diyeyim
Yine de sen bilirsin.
Hiç şehir gezmemiş, stajyer bir seyyahsın
Ağzında her daim gitmek gargarası
Takatine ve ayaklarına çiviler çakmışlar
Gidemiyorsun, sabitsin
Sen şimdi, dibinde su kalmış kırık bir vazosun
Ona değer veren formunu yitirmiş bir seramik
Kül çırpılmış içine, birikmiş zift ve izmarit
-Oysa çiçek çeker gönlün ya
Kırılmak pahasına uçmak hevesinde kabahat
Kumarbaza paye vermez dünya-
Eh, ne diyeyim
İnatçının birisin.
/
Sol kolunu masaya koyup yastık yapmış
Dayamış üstüne alnını
Sağ eli ensesinde
Saçları yağlı ve vıcık vıcık terli
Bir sigara yanıyor,
Sağ elinin işaret ve orta parmağının arasında
Yanlış açıdan bakanlar kafasından duman çıktığını sanıyor
Derken ileride bir patırtı kopuyor
"Eyvah, yetişin, yandı adam, alev alıyor!"
Yok ulan diyor beriki, sigara içiyor
Gösterip yatıştırıyor herkesi
Adam hiç oralı değil
Önünde boşalmış bir büyük rakı
Tabakta tek parça peynir
Pilakiden arta kalan
Zeytinyağı, su ve pişmiş soğan
Bir sigara paketi, buruş buruş
Bir de dergi var ötede
Onikibuçuk fonta onikibinbeşyüz vuruş
Adam hiç oralı değil
Arada bir kaldırıp kafasını
Sigaranın götünü öpüyor
Tekrar yatıyor, sallıyor kafasını, sövüyor
Durup durup bir kadını övüyor
Adam elemden ölüyor
Kimse hiç oralı değil
-Ateş sıçrar, elem kütlesinde erir
İnsanlar bencildir-
10 Temmuz 2014 Perşembe
Menşei İtalyan İrlandalının Sonesi
Kırıp bir fıçı birayı, kafamızdan aşağı tutsak mı?
Böyle anlarda ben hep İrlandalıyım
Çin'de de, İran'da da ben hep İrlandalıyım
Şu İrlandalılar sevgilim, hep tutsak mı?
Başka, daha küçük bir dünya kursak mı?
Seninle diyorum, gel zindan boyayalım
İsyan ateşi yakıp zindanı boylayalım
Hevesin trafik çilesi, şu dar boğazın adı kursak mı?
Boktan kanunlara, yönetmeliğe uygun adımlara
Ve pek tabii ki; yönetmelik kokan o kadınlara
Kaybettik!
Kalabalıkların izdihamına, ihtişamına ve gölgelere
Kaybettik!
Kanaya bölüne hapsolduk, mağluplara tahsis o bölgelere
6 Temmuz 2014 Pazar
Örtünmeyin!
Eski bir Yahudi efsanesine göre; her kuşakta, dünyayı ayakta tutacak otuz altı adil insan bulunurmuş. Modern çağlarda yeni bir kuşağın peyda olma hızı, geçmişle, özellikle de bu efsanenin dillendiği yıllarla kıyaslanınca hiç kuşku yok ki; çok daha yüksektir. Bu durumun yorumunu nasıl yapacağınız hayata neresinden tutunduğunuzla alakalı olacaktır elbette. İyimserseniz; altmış yıla on-on iki parti adil otuz altı sığacağını düşünüp gelecek adına umutlanabilirsiniz. Kötümserseniz; bir kuşağa en az bir milyon adil gerekeceğinden hiçbir gücün bu toplumu ayakta tutamayacağına varana dek, sizi bilincinizden rahatsız edecek pek çok varsayımda bulunmanız mümkündür.
Bilincinizin; o bilinç ki sizin düşmanınızdır, her defasında yıkıp yeniden, en baştan inşa etmeniz gerekir; size bu mit özelinde ne gibi bir sonuç sunduğu ile ilgilenmiyorum. Orası; sizin bileceğiniz iş. Bu söylence ile ilgili dikkate alınacak bir şey varsa şayet -olmaması ihtimali de yüksektir-, o da toplumları gerçekten adil insanların ayakta tuttuğu gerçeğidir. Ayakta tutmak... Kafanızda ne canlandı bilmiyorum, fakat bende çok da olumlu şeylere işaret eden bir kelime grubu izlenimi yaratmıyor ayakta tutmak. Bir eksiklik, bir kusurluluk, yetememezlik durumu söz konusu olmalı; aksi takdirde niçin ayakta tutulmaya ihtiyaç duyulsun ki? İnsan; büyük bir yanılgıyla insani sözcüğünü övgü olarak kullanan insan; dimdik ayakta durmak üzere var olmamış mıdır? Sanmıyorum. Öyle olsaydı; hiçbir vahşeti insanlık dışı olarak nitelendiremezdi. İnsanlık denilen o kavramın tam da ortasına düşer çünkü aslında insanlık dışı diyerek halının altına süpürmek istediğimiz tüm pisliklerimiz. Bu evin hangi penceresinden bakarsanız bakın; manzara değişmeyecektir. Öyle ki; sizin tesirine olan sonsuz inancınızla yaptığınız sihirli dokunuşlar bütüne -bütün ki; düşmanınızdır, sizi bir parçası olarak değil, avı olarak görür- şekil veremezler. Adil insanlar; bütüne "Hey, yeter artık. Bugün de karnını doyuracak kadar hayatın ırzına geçtin ve bütün bu tecavüzleri örtecek uygun örtüleri sana sunduk. Fazlasını gizlemek güç." diyen seslenen bok çuvallarından başka bir şey değillerdir. Örtüleri kaldırıp baktığınızda; mağdurdan önce tanrıyı görürsünüz. Kanunu, ahlak kurallarını, hukukun üstünlüğünü ve burada dillendirmeye değer bulmadığım daha pek çok deli saçmasını... Mağdura ulaştığınız zaman, deşilmiş karından dışarı sarkmış bağırsakları, yuvalarından çıkartılmış gözleri, dağlanmış etleri, ezilmiş kafataslarını ve yere dağılmış haliyle kitaplara konu olan mükemmelliğinden oldukça uzak gözüken beyni gördüğünüzde, korkunç bir bulantı ve tiksinti ile tekrar örtüyü örtmek isteyeceksiniz. İşte orası dostlar; orası büyünün bozulduğu yerdir. Artık örtü yoktur ve önünüzde bütün azametiyle iki kuru seçenek uzanır. Ya yaygaracı olursunuz; ya da terzi. Alır elinize tanrıyı, ümmet/cemaat bilincini, mezhebinizi, devletin bekasını, vatanın bölünmez bütünlüğünü, toplumun çıkarlarını veya vakıaya uygun herhangi bir başka kumaşı -terziler; doğru malzemeyi seçmekte mahirdir- ve yeni bir örtü dikersiniz. Bütünlüğünü kaybetmiş, tiksinti uyandıran insan bedenleri görünmez olur, çürümenin sebep olduğu koku kaybolur ve sizler de adil birer terzi olmuş olursunuz.
Örtünmeyin! Bu sizi adil olmaya yaklaştıracak yegane yoldur. Kumaşı ve ipliği tanıyın, ama çıplak kalın. Bizi -biz ki bilmeyiz kaç kişiyiz- efsanesi olan bir topluluk olarak altında toplayacak bir ismimiz olmasa dahi; bir efsane yazmaya gücümüz yetebilir. Bir terzi; çıplaklığı göze aldığı nispette tüm söküklerini dikebilir.
Bilincinizin; o bilinç ki sizin düşmanınızdır, her defasında yıkıp yeniden, en baştan inşa etmeniz gerekir; size bu mit özelinde ne gibi bir sonuç sunduğu ile ilgilenmiyorum. Orası; sizin bileceğiniz iş. Bu söylence ile ilgili dikkate alınacak bir şey varsa şayet -olmaması ihtimali de yüksektir-, o da toplumları gerçekten adil insanların ayakta tuttuğu gerçeğidir. Ayakta tutmak... Kafanızda ne canlandı bilmiyorum, fakat bende çok da olumlu şeylere işaret eden bir kelime grubu izlenimi yaratmıyor ayakta tutmak. Bir eksiklik, bir kusurluluk, yetememezlik durumu söz konusu olmalı; aksi takdirde niçin ayakta tutulmaya ihtiyaç duyulsun ki? İnsan; büyük bir yanılgıyla insani sözcüğünü övgü olarak kullanan insan; dimdik ayakta durmak üzere var olmamış mıdır? Sanmıyorum. Öyle olsaydı; hiçbir vahşeti insanlık dışı olarak nitelendiremezdi. İnsanlık denilen o kavramın tam da ortasına düşer çünkü aslında insanlık dışı diyerek halının altına süpürmek istediğimiz tüm pisliklerimiz. Bu evin hangi penceresinden bakarsanız bakın; manzara değişmeyecektir. Öyle ki; sizin tesirine olan sonsuz inancınızla yaptığınız sihirli dokunuşlar bütüne -bütün ki; düşmanınızdır, sizi bir parçası olarak değil, avı olarak görür- şekil veremezler. Adil insanlar; bütüne "Hey, yeter artık. Bugün de karnını doyuracak kadar hayatın ırzına geçtin ve bütün bu tecavüzleri örtecek uygun örtüleri sana sunduk. Fazlasını gizlemek güç." diyen seslenen bok çuvallarından başka bir şey değillerdir. Örtüleri kaldırıp baktığınızda; mağdurdan önce tanrıyı görürsünüz. Kanunu, ahlak kurallarını, hukukun üstünlüğünü ve burada dillendirmeye değer bulmadığım daha pek çok deli saçmasını... Mağdura ulaştığınız zaman, deşilmiş karından dışarı sarkmış bağırsakları, yuvalarından çıkartılmış gözleri, dağlanmış etleri, ezilmiş kafataslarını ve yere dağılmış haliyle kitaplara konu olan mükemmelliğinden oldukça uzak gözüken beyni gördüğünüzde, korkunç bir bulantı ve tiksinti ile tekrar örtüyü örtmek isteyeceksiniz. İşte orası dostlar; orası büyünün bozulduğu yerdir. Artık örtü yoktur ve önünüzde bütün azametiyle iki kuru seçenek uzanır. Ya yaygaracı olursunuz; ya da terzi. Alır elinize tanrıyı, ümmet/cemaat bilincini, mezhebinizi, devletin bekasını, vatanın bölünmez bütünlüğünü, toplumun çıkarlarını veya vakıaya uygun herhangi bir başka kumaşı -terziler; doğru malzemeyi seçmekte mahirdir- ve yeni bir örtü dikersiniz. Bütünlüğünü kaybetmiş, tiksinti uyandıran insan bedenleri görünmez olur, çürümenin sebep olduğu koku kaybolur ve sizler de adil birer terzi olmuş olursunuz.
Örtünmeyin! Bu sizi adil olmaya yaklaştıracak yegane yoldur. Kumaşı ve ipliği tanıyın, ama çıplak kalın. Bizi -biz ki bilmeyiz kaç kişiyiz- efsanesi olan bir topluluk olarak altında toplayacak bir ismimiz olmasa dahi; bir efsane yazmaya gücümüz yetebilir. Bir terzi; çıplaklığı göze aldığı nispette tüm söküklerini dikebilir.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)